Geçmişten Günümüze Ebru Sanatı

 
Bu sanat, bir bakıma, cüzi irade ile külli iradenin ortak yaratısı olarak düşünülebilir. Ayrıca aynı ebrunun iki kere tıpa tıp aynı görüntüde oluşması da mümkün değildir. Şu halde ebru sanatı an içinde oluşan mistik bir sanat dalıdır.

Toplumların tarihsel süreçle birlikte edindikleri birikimleri ve ulaştıkları sanat anlayışını geleneksel sanatlarda görmek mümkündür. “Ebru Sanatı”nı bu bağlamda ele alacak olursak doğduğu tarihten günümüze pek çok süreçten geçmiş ve hala sanat alanında kendine yer açmaya devam etmiştir.

 

 

Ebru Sanatı; Türkistan topraklarında 8. ve 9. Yüzyıllarda ortaya çıktmış, “Ebri” ismi ile var olmuş ancak çok fazla gelişme gösterememiştir. İpek Yolu ticareti ile Orta Asya’dan Anadoluya gelmiş, ortaya çıktığı ilk dönemlerde cilt ve hat sanatlarına yardımcı bir sanat dalı olarak işlev görmüştür.

 

 

Ebru Sanatı ile Buhara’da tanışıp Anadolu topraklarında bu sanatı ilk icra eden Şeyh Sadık Efendi olmuştur. O dönemlerde eserlere imza atma geleneği olmadığından ve ebrucuların eserlerinin “Allah’ın külli iradesi” ile ortaya çıktığını kendilerinin ise “Cûzi İradeleri” ile bu olaya sadece aracı olduklarını belirttiklerinden eserlere imza ve tarih atmamışlardır. Günümüzde ise ebru sanatının tarihi hakkında bilgi veren iki eski eser mevcuttur. Bunlardan ilki; her sayfasında ebru bulunan Arifi’nin 1539 - 1540 tarihli ‘‘Gûy- i Çevgân’’ adlı (Topkapı Sarayı, Hazine 845’te kayıtlı) eseridir. Bir diğeri ise Mehmet (Şebek) Efendi tarafından yazılmış 1608 tarihli olan ebru yapımını ve kullanılan malzemeleri ele alan Tertib-i Risale-i Ebri’dir. Bu eserde bahsedilen teknik ve kullanılan malzemelerin hala daha kullanılmaya devam edilmesi Türk Ebru Sanatının bir ekol olduğunun göstergesidir. 

 

 

                                      Fotoğraf: Arifi , Gûy-i Çevgân (1539-1540)

 

Ebru Sanatında geleneklere bağlı kalınması onu kültürel bir miras haline getirmiştir. Sanatın geleneksel yapısını sürdüren ustalar öğrencilerine verdikleri icazetlerle ebru sanatında bir ekolün başlamasına neden olmuşlardır. Türk Ebru Sanatının bilinen ilk ustalarından biri Hatip Mehmet Efendi’dir. Ayasofya Cami’nin hatibi olmasından ötürü “Hatip” lakabını almıştır. Evinde çıkan yangında eserlerini kurtarmak isterken yanarak can vermiştir. Bu üzücü olay sonucu eserleri de günümüze gelememiştir.

 

16.yüzyılda İstanbul’a gelen Avrupalı Seyyahlar ebru sanatını kendi ülkelerine götürerek Ebru Sanatının Avrupa’da tanınmasını sağlamışlardır. Osmanlı’da Lale Devri üslubunun ortaya çıkması ve batı tarzı sanat anlayışının da gelişmesi ile ebru sanatını da etkisi altına almıştır. 20. Yüzyıldan itibaren gelişmeye başlayan ebru sanatı, modern resim anlayışındaki soyut resim zevkinin de gelişmesi ile plastik sanat kimliği edinerek farklı bir form kazanmıştır. Cumhuriyet dönemi ile birlikte, Sanayi-i Nefise Mektebi’nde  (Güzel Sanatlar Akademisi) ders olarak okutulmaya başlanması ebru sanatı için önemli bir adım olmuş, bu gelişme ile birlikte pek çok isim Türk Ebru Sanatına kazandırılmıştır. Mehmet Hatip Efendi, Necmeddin Okyay, Mustafa Düzgünman ve Fuat Başar gibi isimler ebru sanatının özünü koruyarak bugünlere gelmesini desteklemiş ve sanatın değerlerine sahip çıkarak bu alanda birçok öğrencinin yetişmesinde ön ayak olmuş usta sanatçılardandırlar.

 

 

Ebru sanatının yapım aşamasında yedi ana malzeme kullanılır. Bunlar; boya, tekne, kitre, öd, fırça, tarak, tel ve çubuk. Yapımı için beyaz bir kağıt ve Kitreli bir su gerekir. Önce suyun üzerine renkli boyalar serpilir ve bir çubukla karıştırılır. Bazı ebru türlerinde kendiliğinden suda dağılması beklenir. . Bu işlemde sanatkârın iradesi oldukça kısıtlıdır. Kâğıdı sudan çekerken belirecek olan görüntüden haberi yoktur. Bu sanat, bir bakıma, cüzi irade ile külli iradenin ortak yaratısı olarak düşünülebilir. Ayrıca aynı ebrunun iki kere tıpa tıp aynı görüntüde oluşması da mümkün değildir. Şu halde ebru sanatı an içinde oluşan mistik bir sanat dalıdır. Çünkü her an farklıdır ve hiçbir an diğer bir anın aynısı değildir.